29 Ağustos 2009 Cumartesi

O SES !

24 Ağustos 2009, Pazartesi sendromu yaşayarak kalktım yataktan. Biraz yorgun ve sabah sabah anlam veremediğim bir baş ağrısı. İsteksiz bir şekilde giyinip attım kendimi dışarıya. Hava bugün çok sıcak değil gibi. Sabah serinliği var ve bu serinlik biraz da olsa üzerimdeki miskinliği aldı. Yoğun bir iş temposu, sürekli bilgisayara bakmam gereken bir günün ardından, baş ağrımın daha da şiddetlenmesiyle akşamı zor ettim. Kendimi eve attığımda başım "zonk"lama biçiminde tabir edilen şekilde ağrıyor. Eşim geldiğinde yemeği yedik ve hemen ilaca sarıldım. Nispeten hafifleyen başağrımla bir kaç saat televizyon başında zaman geçirdim ve daha fazla dayanamayarak yattım. Amacım deliksiz ve rahat bir uyku çekmek. Bunun için herşey hazır. Pencereyi açık bırakıp, odanın serinlemesi sağladım ve uykuya daldım...
-
O da ne!!! Bir gürültü, ama nasıl bir gürültü. Fırladım yatakta, önce bir anlam veremedim. Biraz sonra kendime geldiğimde gürültünün davul sesi olduğunu anladım. Tahmin etmeliydim. Ramazan davulcusuydu bu! Ramazan başlayalı bir kaç gün olmuştu ve "bu sene sanırım kurtulduk" düşüncesiyle bu gürültüyü duymamıştım. Fakat o gece; benim uykuya en hasret olduğum ender gecelerden birisinde hain davulcu, sanki davulu kulağımın dibinde çalıyordu. İnatla davul vurdukça vuruyor, araba alarmlarını çaldırıyordu. Uykumun bölümesi ve o geceyi bana zehir eden hain davulcuya sevgilerimi! yolluyorum.
-
Bir ramazan adeti olan, sahurda davul çalma olayına şiddetle karşıyım. Bu adet Osmanlı döneminden bizlere kalmıştır. O günlerde alarma denen birşey olmadığından insanlar uykuya daldığında sahurda uyanamıyorlarmış. Bu nedenle davulcular o günlerde sahurda çıkarlar ve insanları uyandırırlarmış. Fakat bana göre misyonun tamamlamış olan ramazan davulcularının günümüzde yasaklanması taraftarı olanlardanım. Şuan sadece rant kavgasına dönüşüp başka hiçbir işe yaramadıklarını düşünmekteyim. Günümüz şehir yaşantısında bir eziyet olmaktan ileri gitmeyen ramazan davulcuları, bana göre haybeden para kazanılan ve insanları rahatsız eden bir meslek.
-
Şimdi bana karşı çıkanlarda olabilir. Şöyle düşünelim; bebekleri olan ve ilk katta oturan bir aile. Zor bela bebeklerini uyutup, oruç için yemeklerini erken yiyip yattıklarını düşünelim. Sabah erken kalkıp işe gidecekler. Zaten deliksiz bir uykuya hasretler. Bebek tamda mışıl mışıl uyurken, birden davulcunun sokaktan geçtiğini ve o davul sesinin uyuyan çocukta yarattığı endişeyi ve uyanıp ağlamaya başlayınca, ailesinin tekrar bebeklerini uyutmaya çalışıp, gecelerinin berbat olması. Bu şekilde mağdur olan birkaç aile tanıyorum. Yaşlı insanlar, oruç tutmayanlar, oruç tutamayanlar, hasta insanlar vb. Herkez sahurda uyanmak zorundamı kardeşim? İsteyen kurar saatinin alarmını, uyanır yer yemeğini yatar. Sonuç olarak ramazan davulcusuna ve bu gürültü kirliliğine gerek yok diye düşünüyorum.
-
İnternette bir yorum okudum ve çok güldüm. Ramazan davulcusu şöyle tanımlanmış:
"Çıkarttığı gürültüyle araba alarmlarını harekete geçiren kişidir. Davul çalmanın dini bir gerekliliği olmadığından bahşiş almaya geldiklerinde evde yokmuş gibi davranılmasında sakınca yoktur"
-
Haklımıyım? Haksızmıyım?
Cenk

23 Ağustos 2009 Pazar

NEFES

Senaryosunu Hakan Evrensel ve M.İlker Atalay`ın yazdığı, Levent Semercinin yönettiği NEFES filmini 16 Ekim 2009 tarihinde izleyebileceğiz.
-
Film, bir yüzbaşı komutasındaki 40 kişilik askerin hikayesini anlatmakta. Güneydoğu bölgesindeki terör olaylarını konu alan film; Güneydoğu`nun Irak sınırındaki Karabal Tepesinde geçmekte ve içerik biraz belgesel, biraz drama ve tabiki biraz da gerilim yüklü. Şu sıralar sosyal video paylaşım sitelerinde fragmanları ve çekimlerden birkaç bölümün yayınlandığı film, biz Türk gençlerinin gönlünü şimdiden fethetmiş gibi görünüyor.
-
Aslında ülkemizin şu günlerde içinde bulunduğu güneydoğu ve kürt sorunu gibi kritik durumda, bu filmde anlatılacak olan hikaye ve filmin üslubu çok önemli. Nihayetinde fragmanlara ve yayınlanan bazı videolara aldanmamak gerek. Örnek vermem gerekirse "Mavi Gözlü Dev" filmini yakın çevreme daha film yayınlanmadan kötü anlamda eleştirilerde bulunup, filmi seyredince aslında yaptığım eleştirilerin ne kadar yersiz olduğunu anlamıştım. Bu nedenle iyi yada kötü şuan için birşey söylemeyeceğim bu film için.!
-
Özellikle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın öncesi beyaz perdeye girecek olan filmin yankılarını ve üzerimizde bırakacak etkisini merak ediyorum. Umarım 16 Ekim`de ilk seans da filmi izleyenler arasında olurum ve aynı günün akşamı sizlerle bu filmin eleştirisini paylaşırım.
Cenk

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yol Hikayeleri I - Otobüste Uykusuzluktan Ölsen Dahi Uyumayacaksın !

Bu aralar çok eğleniyorum... Özellikle toplu taşıma araçlarına binip gözlemlemeyi çok seviyorum, yol ne kadar uzun olursa olsun, toplu taşıma aracında benim için rüzgar hızıyla geçiyor bu yüzden. Sanırım "Yol Hikayeleri" adında seri kitaplar yazabilirim biriktirdiklerimle.
Dün dikkatimi çeken ve izlerken beni eğlendiren son olay "otobüste uyuklama" sorunsalı oldu :)
Bu uyuklama eylemi eğer tek kişi seyahat ediyorsanız ve yan koltuğunuzdaki partneriniz karşı cinsse bazen kabusa dönüşebiliyor :)
Anlatayım;
Cam kenarında oturan esas oğlanımız güneşin batmakta olan kızıl, sıcak ve bunaltıcı etkisinden de olsa gerek, önce göz kapakları ağır ağır devrilmeye, ardından başı öne ve arkaya ahenkle sallanmaya başladı, ha daldı uykuya ha dalacak derken anlık bir zaman diliminde esas oğlanımız tamamen boyut değiştirdi ve uyumaya koyuldu. Buraya kadar herşey normal... Evet.
Ancak kendisi keyifli bir yolculuk ve mışıl mışıl bir uyku süreci geçiremeyek kadar şansızdı ! Çünkü yanında oturan esas kızımız irice ve aksiceydi :) Keyifle gün batımına nazır uyuklayan abimizin başı (nedendir bir türlü anlamam bu eğimi) hemen solunda ikamet etmekte olan irice ablamızın omuzuna doğru sallanıp, düşmeye başladı :) hayır işte be adam oysa hemen sağında mis gibi cam var, kaykıl cama doğru, yaslan ve uyu değil mi :)
İrice ablamız kapladığı hacim itibariyle esas oğlanımızın kafası sola sallanmasa dahi, zaten her yönden ona omuz olabilecek yeterliliğe sahipti :) İş böyle iken bir de inatla uyuklayan abimizin kafası irice ve lanet ablanın omuzuna postu serdikçe ablamız gerilmeye, cık cıklamaya, ters ters bakmaya (ki adam uyuyor, baksan ne olacak di mi? ) söylenip homurdanmaya başladı. Şahsen öyle negatif, öyle gergindi ki ben arka koltukta olmama rağmen korktum ne yalan söyleyeyim :)
Yolculuğun ilerleyen dakikalarında esas oğlanımızın yorgun ve terli başı iyiden iyiye esas kızımızın üzerinde tam manası ile yerleşmiş konuma geçti. Her fren fiiliyatında silkinip kendine gelen lakin bunu sadece bir saniye muhafaza edebilen abimiz ikinci saniyenin sonunda aynı derinlikte ve aynı uykuya devam edebiliyordu.
Başı ısrarla hep sola doğru, ısrarla hep esas kızımıza meyletmiş vaziyette yolculuk devam ediyordu.
Oflayan poflayan, adamımıza sert sert bakan, kendini koridora doğru çevirip koltukta düşercesine oturan iri ablamız bu rahatsızlığına rağmen ısrarla o koltukta oturmaya devam ediyordu. Hayır madem bu kadar rahatsız oluyorsun, bu kadar tedirgin, bu kadar gergin, kalkarsın o koltuktan ayakta devam edersin kafan rahat olur, fiziken bir rahatsızlığın varsa bunu da gidermiş olursun değil mi? siz, biz olsak böyle yapardık. Ama o bayan bunu yapmadı o ısrarla koltukta gergin ve düşercesine, beyefendi de ısrarla başı sola eğik, bayanın omuzunda yatar vaziyette yolculuklarına devam etti... Ve her fren hadisesinde saniyelik toparlanmalarla tabi...
İyiden iyiye rahatsız olan esas kızımız artık oğlanın üzerinde fiziksel şiddete yönelik eylemlere kalkıştı, omuzunu silkmeler, kafayı oradan düşürmeye çalışmalar, dirsek darbeleri ile adamı cama doğru yapıştırmaya çalışmalar falan.. aklınıza gelebilecek bütün teknikleri denedi.. Ve koltuktan tamamen düşercesine oturarak hedefe yönelik tüm bu eylemlerde bulundu.
Yolculuğumuzun devamında, artık rüyalar ülkesinde mutlu mesut zıplayan, çocuklar kadar şen, güneşin gözüne gözüne girmesiyle kendisini bir tatil yöresinde şezlongda hayal edip tatlı tatlı uyuyan adamımız için bu keyif yavaş yavaş kabusa dönüşmeye başladı, ablamızın dirsek darbeleri artık daha sık esas oğlanın böğrüne isabet eder, daha kalıcı hasar verir duruma geldi :)
Ve son öldürücü darbeyi çok büyük bir hışımla, profesyonel bi boksör edasıyla uyuklayan adamımızın çenesinin altına aparkart tadında indirdi :) Ne olduğunu anlayamayan gözlerini dahi açmakta zorlanan abimizin hali o an içler acısıydı... Tek kelime dahi söyleyemeden toparlanıp, ayılmaya çalıştı, her savaştan muzaffer ayrılmış mağrur bir komutan edasıyla koltuğa tamamen yerleşen ve tüm gerginliğini o aparkart ile üzerinden atmış olan iri ablamızın yüzünde manasız ve tuhaf bir gülümseme hasıl oldu...

Bu hikayeden çıkaracağımız ana fikirleri şıklar halinde sıralarsak :)

a- otobüste mümkün oldukça uyumamaya çalışılmalı
b- şayet uyunacaksa yanınızda oturan kişinin mülayim olmasına, mümkünse kendi cinsinizden olmasına dikkat edilmeli
c- en ideal yolculuk partnerinin her zaman sevgiliniz olacağı unutulmamalı : )
d- ancak sevgilinizin de (ki bayansa daha çok) uyumanızdan hoşlanmayacağı gözardı edilmemeli, bu gercek gözardı edilirse iri ablamızın esas oğlana yaptıklarından daha acıtıcı hasarlar verebileceği ihtimalinin üzerinde dikkatle durulmalı :)

Aydan

13 Ağustos 2009 Perşembe

Yeni Başlayanlar İçin Twitter :)


Türkiye'de rağbet görmemesine çok şaşırdığım yeni sosyal ortam şu Twitter dedikleri, üye oluyorsun anlık yaptığın şeyleri 140 karakter ile sınırlı anlatıyorsun, dilediğin üyeyi takip ediyorsun, dileyen seni takip ediyor, gizlisi saklısı şimdilik pek olmayan, anlık iletişim sitesi...
bir nevi hayatımızın alt yazısı, bir nevi mini blog, bir nevi cepten sms :)
Çoğu insana ilk üye olduğunda manasız geldi bu site.

-eee üye olduk, ne yazıcaz ki şimdi?

-ne anlamı var buranın anlamadım ki?

Diyenleri çok duydum, ama işin aslı o değil. Tıpkı interneti nasıl amacına uygun kullanırsak hem keyif alır hem bilgi sahibi olursak Twitter da aynen öyle...
Mesela aradığınız kelimeyi tweet içeriklerinde yapmak için http://search.twitter.com/ kullanılabilir. hashtagleri de taramak mümkün. İlgi alanınıza giren herşeye dair uzman kişileri bulup takip edebilir, anlık bilgi sahibi olabilirsiniz. Bunun scalasını sıradan bir vatandaştan tutun, siyasetçiye, sevdiğiniz sanatçıya, eşinize, dostunuza, arkadaşınıza, okuduğunuz yazara kadar genişletmenin mümkün.
Video ya da gazetelerin son dakika haber portallarını takip ederek gelişmelerden anında haberdar olabilirsiniz.
Elbette Twitter sosyalleşme amaçlı bir site değil, onun için mevcutta Facebook umuz var biliyorsunuz. Her ne kadar Facebook son gunlerde YouTube gibi video paylaşım sitesine dönüşmüş de olsa hala hükümranlığını muhafaza ediyor. Arkadaşlarınızla aranızdaki bağı Facebook ta aynen Twitterda olduğu gibi anlık paylaşabiliyorsunuz ama o arkadaşlarınızla aranızda kalıyor. Twitterda gercekten bilgi sahibi olabileceğiniz, kendinizi geliştirebileceğiniz, bakış açınızı değiştirecek satırlara rastlıyorsunuz, sevdiğiniz bir karikatüristin sayesinde eğlenebiliyor, sevdiğiniz bir gazetecinin yorumlarına şaşırabiliyorsunuz.
Eklenti programları ile fotoğraf paylaşabiliyor, linkleri paslaşabiliyor, hatta yazılanlara yorum/cevap yazabiliyorsunuz. Adobe Air ile birlikte "twhirl" uygulamasını kurunca faydasını çok göreceğinize eminim. Kişisel beklentilerinize göre ayarları yapınca tadından yenmiyor inanın. istediğiniz etikete dair bir yazı düşerse anında masaüstünüzün sağ alt köşesinden çıkıveriyor. Adobe Air'in güzelliklere ikna olduk sayesinde.
Sonra dil gelişimine de faydası var, yeni bir dil öğrenmeye başladıysanız ve tüm yazdıklarınızı o dilde yazarsanız hatta twitter çevrenizde o dili bilenler varsa ve hatalarınızı düzeltenler falan mevcutsa gayet yararlı bir site olabilir sizin icin.
Dediğim gibi ne kadar gerekli olduğu tartışılır, ancak gerektiği gibi kullanırsanız faydası da olur kanaatindeyim...

Tek dileğim dil seçeneklerinin arasında Türkçe'yi hiç bir zaman görmemek...

Aydan

12 Ağustos 2009 Çarşamba

OLTAMA TAKILANLAR...


Her güzel şey çabuk bitermiş derler; evet doğru söylemişler; çünkü benim tatilimde hemen bitti. Aslında 10 günlük kısa bir tatildi fakat dolu dolu geçirince tatili, dinlenmiş ve zihnen yenilenmiş oluyorsunuz. Gece çok geç kalmadan yatılan ve sabah erkenden kalkılan tatilden yanayım ben. Genelde çıktığım tatillerde böyle yaparım.
-
Gelelim oltaya takılanlara;
Şehirler arası otobüs yolculuklarını hepimiz yapmışızdır. Nedendir bilinmez sigara içen ve otobüse binen her fert biranda 40 yıllık tiryaki kesilir ve yolcu alma esnasında bile hemen sigaraya sarılır. Evinizde gece uykunuzdan uyanıp kaç kez daha gözünüzü bile açmadan sigara yaktınız. Ama nedense otobüs yolculuklarında verilen her mola da (bu en kısa yolcu alma anı bile olsa) hemen sigara yakılır ve otobüse binerken son nefesin dumanı otobüsün içine üflenir.! İşte otobüs yolculuğunun en abuk hareketidir bu. Bende eski bir sigara içicisi olarak bu şekilde davrananları kınıyorum.
-
Yabancılar garip insanlar. Herşeyden çok memnunlar. Eğlenmeyi, aktiviteleri çok seviyorlar. En olmadık abuk sabuk şakaları bile hoşgörüyorlar. Otellerdeki saçma sapan animasyon şovlarda tek eğlenmeyen ırk biz Türk Milleti olsa gerek. En azından kendi adıma bu böyle. Nedense bugüne kadar gittiğim hiç bir otelde doğru düzgün bir şov izlemedim ya neyse...
-
Sadece yabancılar mı garip? Bizim Türk Milleti farklımı? Şezlongda uzanırken biranda başlayan ve acı acı çalan bir türkü ile irkildim. Arkama döndüğümde bir vatandaşımızın cep telefonunun çaldığını gördüm. Genelde cep telefonu ile bağırarak konuştuğumuzdan dolayı duymamak mümkün değil. Telefonda konuşan yurdum insanı ve etine dolgun irici bir bayan komşusuna şöyle söylüyordu;

"Allah belamı versin burada 20 çeşit yemek veriyorlar"
-
Cenk

4 Ağustos 2009 Salı

Dostum Dostum MSN'e Gelsene Canım...

Ne kadar tanıyoruz birbirimizi?

Bu soruyu herkes kendine bir gün bir şekilde sormalı... Sanal alem arkadaşlıkları, internet sosyalliği almış başını giderken, insan bir an durup kendini sorgulamalı...
Arkadaşlık ve sosyallik çağımızın iki güçlü kavramı. Çok değil 50 yıl geriye gidelim. Evet bir 50 yıl... Yaşanılan ortam; köyler, gelişmemiş şehirler veya belki de bir mahalle... İnsanlar aynı, insanlar yakın, insanlar "birbirini bilen" sosyal olma ihtiyacı yok, öyle bir kavram yok daha doğrusu. Herkes içiçe. Asosyal insan tanımına uyacak insan yok...
Belki sessiz insan var, onlar da az...

Günümüz peki?
Koca koca metropoller, internet, insan, okullar... Eğitim hayatı, iş hayatı... Her taraf insan dolu... Hepsi bir dert içinde, hepsi koşuşturuyor... Herkes çabalıyor, emek sarfediyor, bitmek tükenmek bilmeyen bir tempo... Beklentiler çok yüksek, hayat "özlem" ve yapamadıklarınızla dolu. Dolayısı ile daha iyiye, daha güzele, daha yüksek standarda özlem...
50 yıl öncenin paylaşımı yok olmuş, bırakın 50 yılı yahu, 10 yıl öncenin paylaşımı yok artık. Posta kartları, ucu yakılan mektuplar, telgraflar, sabit telefonlarla gayet kablolu iletişimler zaten tarihe gömüleli çok oldu. Cep telefonlarının hayatımıza girmesiyle bozulan iletişim, ardından internetin hayatımıza girmesiyle tamamen bitme noktasına geldi. Şimdi bir de yepyeni 3G miz var, dörtbir yanımızı sardı modemler, wi-fi ler, wireless lar...
Bayram tebriklerinin yerini smsler, mmsler almışsa, yeni yıl tebrikleri yerini e-maillere bırakmışsa, arada özleyip de sesini duyacağın, hal hatır soracağın kişilerle iletişimin yeni yolunu msn de webcam açarak/açtırarak bulmuşsan şimdilerde 3G ile görüntülü aramak aranmak yaşamının tam orta yerine çöreklenmişse zaten bir çok şeyi çoktan yitirmişiz demektir.
İlişkiler 10 yil oncesi kadar masum değil... Hiç değil hemde. Aşklar hayaller uğruna bırakılıp gidilebilecek bir meta... aşıklar aşkı bilemeyecek kadar kafası karışık geziyorlar ortada...
ve saklanma ihtiyacı... kendini başka bir insan gibi pazarlama ihtiyacı... insan içine çıkmadan, insanları görmeden, olmasını istediğiniz "siz" ile, olmasını istediğiniz gibi bir sosyallik... bu işte sözünü ettiğimiz internet sosyalliği. Hayatla başa çıkamadığınızda kaçtığınız sosyallik... Akşam eve gittiğinizde sizi karşılayan sizin gibi internet sosyali arkadaşlardan oluşan bir dünya... işyerinde işten kaçan, evinde sorunlardan kacan, hayatında kendisinden kaçan insanlar... Aşktan kaçan, karşısındakine güvenemeyen insanlar... Tüm bunlar ne kadar gerçek? Ne kadar merkezinde hayatlarımızın? Düşündünüz mü?

Gerçek hayat denilen şey nedir peki?
Yolda giderken yanınızdan geçenler, iş yerinde yan masanızda çalışanlar, aynı sınıfta okuduklarınız, dersanede aynı dersten ortalama yaptıklarınız, belki alışveriş ettiğiniz esnaf vs. bunları çoğaltabiliriz... Saydıklarımın hepsi bilinçli bir seçimle, kişiyi tanıyıp bilerek değil ama o an yanımızda oldukları için bizimle olan insanlar. Halbuki internet işyerinde,okulda,evde başka bir iş yapan insanların yaptıkları iş ve bulundukları yerle alakasız olarak, yazılarıyla, sesleriyle, kamera görüntüleriyle yani somut olarak değil soyut olarak içinde bulunduğu, sosyal konumdan bağımsız daha farklı bir ortam. O yüzden internet sosyalliği "gerçek" hayat sosyalliğinden farklı olarak coğrafi kısıtlamalar olmadan, sosyal ve ekonomik fark nispeten daha az gözetilerek tanışılan insanlarla, fiziksel özelliğin daha az önem arzettiği, ne düşünüldüğünün kelimelerle ifadesinin önem kazandığı, ortak zevk, korku, tepki, eğlence, ideoloji vs. gibi bir paydada birleşilerek başlatılan daha farklı bir sosyallik. Gerçek hayat sosyalliğinden farklı olarak bulunulan ortamın zorunlu tuttuğu bir çerçevede değil, istenilen her yöne yayılabilecek bir insan kaynağından seçilen bir sosyallik...
İyi tarafları olduğu kadar kötü taraflarının da çokca olduğu bir sosyallik... Güven handikapına zaten hiç girmeyeceğim bu yazıda o başlı başına bir yazı dizisi olacak kadar geniş bir mesele.
Benim söz etmek istediğim şey daha basit, daha yüzeysel sorunlar. Mesela kelimelerine, duygularına, yazdıklarına saygı duyup önem verdiğiniz bir insanı düşünün, yıllarca yüzyüze görüşmeden, dokunmadan, birlikte elle tutulur gözle görülür bir şeyi paylaşmadan, ağız dolusu gülmeden, omuzunda ağlamadan yaşanılıp giden bir arkadaşlığın sınırlarını çizmişsiniz, sanalda tanışıp belki de hep sanal kalması gerekecek bir coğrafyanın insanı bu. Sırlarınızı paylaştığınız, içinizi döktüğünüz insan... Gün gelip ortadan kaybolursa nedensiz ya da artık daha az görüşmeniz gerekirse internette ya da ne bileyim acil birşey olduğunda paylaşmak isterseniz ya da ihtiyaç duyarsanız yardımına, düşünün bakalım cep telefonunuzda adresi ya da telefonu kayıtlı mı? Hadi bunu biraz daha irdeleyelim, adresi telefonu bir yana bırakalım kaç kardeşi olduğunu biliyor musunuz? ya isimlerini kardeşlerinin? ailesinin nerede yaşadığını? babasının ne iş yaptığını? aslen nereli olduğunu? hangi üniversitenin hangi bölümünden mezun olduğunu? askerliğini yapıp yapmadığını? kaç çocuğu olduğunu? çocuğunun adını? cinsiyetini? en yakın arkadaşının kim olduğunu? ne iş yaptığını? biz bunları gerçek hayatımızda biriyle tanıştığımız zaman tanışma vesilesi olarak sorarız halbuki değil mi? konu konuyu açsın, tanışıklık ilerlesin diye...
Peki sizin sanal sohbetlerinizin genelde seyrettiği çerceve ne? hep aynı şeyleri mi konuşup paylaşıyorsunuz yoksa hayata dair herşeyi mi? herkesle herşeyi konuşmam diyenlerden yani arkadaşlarını kategorize edenlerden misiniz yoksa hepsi bir diyenlerden mi? Msn de sürekli geyik yapanlardan mısınız yoksa göründüğü gibi olanlardan mı?
Sanal arkadaşlarınızı getirin şimdi hayalinize, kaçına dair bu kişisel bilgilere sahipsiniz? Ne kadar tanıyorsunuz birbirinizi? Birbirinize dair en özel sırları, anıları, duyguları paylaştığınız insanı gerçekten "arkadaşım, dostum" diyebilecek kadar, bu sıfatı hakkaniyetle taşıyacağına inanacak kadar tanıyor musunuz? Sevgili olmaya zaten değinmiyorum bile farkındaysanız...

Yanlış anlaşılmasın, sakın ha! Ben tüm bunları anlatırken internet sosyalliğini yaşayan insanlar asosyal insanlardır demiyorum, tam da bunla alakalı olarak asosyal insanlar asosyalliklerini internet sosyalliği ile aşabilirler bu çok mümkün diyorum. İnsanlar internet sosyalliği ile kendini kısıtlamamalı, sınırlarını sanallık ile çizmemelidir, ha çiziyorlarsa da bu onların asosyalliği değil, sosyal tercih seçenekleridir, saygı duyulmalıdır diyorum.
Yukarıda es geçtiğim ve yine geçeceğim güven handikapını yok sayarsak diğer tüm şartlar sabitken bu arkadaşlığın sınırları belirgin çizilmeli. Günü gelip sanalda tanıştığın insanı uzun paylaşımlar sonucu gercek hayatına dahil edebilmelisin, birlikte birşeyler içebilmeli yazdığı şeyleri dudaklarından dökülürken görebilmelisin, bir arkadaşını bir insana tanıtırken nasıl rahatça iş arkadaşım, ilkokul arkadaşım, asker arkadaşım, maphus arkadaşım, üniversite arkadaşım, çocukluk arkadaşım diye nitelendirebiliyorsan aynı rahatlığı internet arkadaşım derken de yaşamalısın, bundan utanmamalısın ve bundan utanmamak için o arkadaşını gerçekten iyi tanımalısın...

Tanımalısın...

Aydan