8 Ocak 2010 Cuma

PAPATYA FALI...

Özlüyorum:
Çocukluğumu
Merak Ediyorum:
Yaşlılığımı
-
İzliyorum:
Geniş Aile`yi
İzlemiyorum:
Yaprak Dökümü`nü
-
Oynamak İstiyorum:
Street Fighter 2
Oynamaktan Bıktım:
PES2010
-
Niye Yalan Söyliyeyim:
Sevmiyorum kışı
Doğru Söylemek Gerekirse:
Seviyorum yazı
-
Ne Zaman Kullanacağım:
Ferrari
Acaba Sahip Olabilirmiyim:
Maserati
-
Çok Mutluyum:
Sigarayı bıraktım
Ümid Ediyorum:
Herkez bırakır
-
Hiç Özlemiyorum:
Hayatımdan çıkardığım insanları
Sürekli Özlüyorum:
Gerçek dostlarımı
-
İçmeyi Seviyorum:
Kavaklıdere şaraplarını
İçmeyi Sevmiyorum:
Gazlı içecekleri
-
İzlerken Haz Alıyorum:
Futbol maçlarını
Arkadaş Birtürlü Alışamadım:
Basketbol maçları
-
Boyum:
1.81
Keşke Olsaydım:
1.91
-
Şiddetle Gitmek İstiyorum:
İzmir
Bedava Göndersen Gitmem:
Konya
-
Bence Yasaklanmalı:
Kıraathane
Bence Açılmalı:
Kumarhane
-
En Acayip Kural:
3 korner 1 penaltı
Artık Alıştık:
Sigara içilmez kuralları
-
Artık Almayın:
Magazin dergileri
Daha Çok Okunmalı:
Karikatür dergileri
-
Şu Saatte Yatmalıyım:
22:00
Şu Saatte Kalkmalıyım:
09:00
-
İhaleyi Alsın:
TRT
Maçlarda Yorum Yapmasın:
Ömer Üründül
-
Bırakın Artık:
"Issız Adam" plak modunu
Neyinize Yetmiyor:
CD Albümler
-
Artık Yeter:
Beyazıt Öztürk ile Beyaz Show
Haftanın 7 Günü Olsa İzlerim:
Okan Bayülgen ile Disco Kralı
-
Yıldırım Demirören yeeeeteeeeeer
Yıldırım Demirören yeeeeteeeeeer
-
Herzaman Giderim, Hiç Sıkılmam
Nişantaşı
Hiç Gitmem, Gidersem Bayar:
Sultanahmet
-
Biri Bunlara Dur Desin:
Yemekteyiz ve Acun Ilıcalı
Tekrar İzlemek İstiyorum
Beverly Hills 90210
-
Yeni Trend
Twitter
Baymaya Başladı
Facebook
-
Twitter Demişken:
Elif Dağdeviren ile Sosyal Alem
Bu da Güzel:
Mirgün Cabas ile Günlerin Getirdiği


Cenk

4 Ocak 2010 Pazartesi

fikrimin ince gülü

Sevilene söylenebilecek en güzel söz sanırım “fikrimin ince gülü”… ama biraz kırılgan, biraz naif bir söz bu.

Bu aralar bir dostun, eski bir arkadaşının sesinden dinlemeyi seviyorum bu şarkıyı… Sema’dan sonra en fazla içimi dolduran bu yorum oldu açıkcası. Belki de bu yorum içimin dolu zamanına denk geldi kim bilir?
Şairin "hüzünlü şarkılar gibi güzel" derken anlattığı bu olsa gerek.

“o gün ki gördüm seni yaktın ah yaktın beni… ”

Bana hep ait olmayı hatırlatan, hep ait olmayı özleten şarkı…İstiklal caddesinden tünele şöyle bir bırakın kendinizi, fonda bu şarkı çalsın, mevsim şimdiki gibi kış olsun, burnunuza kestane kokusu gelsin, bir de sevgiliniz tütsün buram buram hasretle gözünüzde, elleriniz üşüsün, kulaklarınız kızarsın, ama “o” o sırada yanınızda olAmasın… Bakın bakalım o zaman nasıl bir öldürücü etkisi vardır bu şarkının… yaktın ah beni yaktın derken o ahhh nasıl içten çıkar ağzınızdan o zaman…

Sonra kendinizi aidiyet duygusu içerisinde bulursunuz birden bire;

“fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü”

derken Müzeyyen abla… hele ki siz aidiyetten uzak, bağlanmaktan korkan biriyseniz size çok uzak olan bu duygunun esiri olmak çok yabancı bir histir üstelik.
Oysa insan ait olmak ister, ait olunsun ister değil mi?

“ellerin ellerimde, gözlerin gözlerimde”

bu sözler kulağınıza her çalındığında daha da ait olmak ister üstelik. İnsanın gönül mekanizması böyle çalışır. Bu aidiyet olmadığı zaman genelde kadınlar kendini alışverişe ve saç kesimine, erkekler alkole verir ee bu da sersemletir, saçmalatır malumunuz. Ve aidiyetin olmadığı yerde bu dengesizlikler artarak devam eder…
Ben bu şarkıyı her dinlediğimde aidiyet olgusuna varmış, nihayete ermiş, rahatlamış bir adamın dizelerini duyuyorum. Acı çekme faslı bitmiş, muradına ermiş… ama sanki öncesinde bu aidiyet için ömrünü feda etmiş, ait olmak için önce "güvenmiş, inanmış" sonrasında da "olmuş" bir adamın hikayesini dinliyorum.

“ateşli dudakların, gamzeli yanakların…”

derken şarkı birden bire ya ruhlar adanır birbirlerine, ya da bedenler sahiplenilir. İşte o gün gelir, apansız karşına çıkıverir o his, “ben sende bütün aşklarımı temize çektim" dedirtecek kadar sevilir… bedenin olduğu her yerde ruhun olmayabileceğini hissetmektir aidiyet, çünkü aidiyet; hissettiğin yerde bulunur, senin bulunduğun yerde değil. Gönüllü bir bağlanmadır. İple değil ruhla yapılır… O hep yanınızda olmayabilir ancak size aittir… O yüzdendir ki aidiyet beyin ve yürek işidir…
Bu yüzden tam anlamıyla aidiyet ilk kez hissedilirse ve siz de ilk kez sahiplenirseniz birilerini, işte o korkutucu müdahaleci dürtü asırlık uykusundan birden bire uyanıverir…

Peki bir ara sorun “iç”inize bunu, bu sizin için dert midir? zevk midir?

Aidiyetin devamında “ geçmesin günümüz sevgilim yasla” gelir, o da bir sonraki yazının anafikridir…

Sevgiyle,

Aydan.

1 Ocak 2010 Cuma

SİGARA BIRAKMA SANATI…


Bu sefer sizelere çok yararlı ve bir o kadar da özel bir tarif vereceğim.

Sigarayı bırakamanın yöntemi..!

Fakat hemen “sende sigara bırakmak üzerine geyik mi yapacaksın?” demeyin..!


Bu vereceğim yöntem bizzat denenmiş ve onaylanmış. Bunlardan biri de benim. Ben sigarayı bu yöntem ile bıraktım. Ve aynı yöntem ile bırakanları da tanıyorum.


Öncelikle sigarayı tam olarak bırakmayı kafanızdan silin. Sigarayı tam olarak bırakmayacaksınız. Birden kestirip atmak bünyenize zarar verebilir; en azından şişmanlarsınız, asabilerşirsiniz. Bu nedenle sigarayı yavaş yavaş bırakacaksınız. Bu yavaşlık belki 1 yıl, belkide 5 yıl sürer. Bunun bir garantisi yok.


Unutmayın ki hiçbir zaman kendinizi “sigarayı bırakmalıyım” diye şartlandırmayın. Siz ne kadar kendinizi şartlandırırsanız, nefsinizde size o kadar karşı çıkacaktır..! Bu nedenle anlatacağım yöntem, kendiniz bile farketmeden sigarayı bıraktıracaktır..!


Günde bir paket sigara içen birini örnek alalım. Tavsiyem ilk başlarda sigara paketi taşımayın. Sigara tablası alın ve içine 15 adet sigara koyun. Bu 15 adet sigara sizin 24 saat boyunca içeceğiniz sigara adetidir. bu 15 adeti geçmeyin. Az içerseniz hakkınız bir sonraki güne devretmez tabiki. Bu süreç uzun sürebilir. Size bağlı. Ama fazla uzun tutmazsanız sigarayı bırakmak ta uzun sürmez.


Bir süre sonra bu adeti 10`a düşürün ve bir süre daha bu şekilde devam edin. Ne zamanki günde 10 adet size yetmeye başladı, bu adeti 4`e düşürün. Kahvatıdan sonra 1 adet, öğle yemeğinden sonra 1 adet ve akşam yemeğinden sonra 2 adet. Bir süre daha bu şekilde devam edin.


Günde 4 adetler çok uzun bir süre devam edebilir. Bu uzun süreç sonrası sigaradan yavaş yavaş nefret etmeye başlayacaksınız. Son olarak içeceğiniz sigarayı günde 2 adete düşürün. Çok önemli olan nokta şudur ki; kahvaltı sonrası asla içmeyin. Öğle yemeğinden sonra ve akşam yemeğinden sonra 1 adet için ve nasıl sonunda sigarayı bıraktığınıza inanamayacaksınız. Özellikle sigarayı önemli ölçüde azalttığınızda veya tamamen bıraktığınızda yemeklerden aldığınız tat ve gece uyuduğunuz uykunun nasıl değiştiğine şaşıracaksınız.


Şimdi bu yöntemin mantığına gelecek olursak:


Öncelikle kendizi şartlandırmadan zihninizi sakin tutuyorsunuz. Sigarayı çok içen birisi birden bırakınca, sürekli sigarayı düşündüğünden normal yaşantısını etkiler ve iş hayatında hata yapma riski vardır. Bu yöntemle az da olsa sigara içeceğinizi bilmeniz sizi rahatlatır ve sigarayı sürekli düşünmenizi engeller.


Sigarayı günde iki adete düşürdüğünüzde ve bu sigaraları içtikten sonra kokusu, ağzınızda bıraktığı tat size rahatsızlık vermeye başlayacak. Sonunda çokm kolay bir şekilde bırakın içmeyi, İÇEMEMEYE başlayacaksınız. Burada mantık hiç sigara içmeyen birinin ilk defa sigara içmesi veya sigara içilen bir ortama maruz kaldığındaki tepkisi ile aynı olacak. Bu nedenle yavaş yavaş sigaradan nefret etmeye ve hatta sonunda tikisinmeye başlayacaksınız. Tabiki bu yöntem uzun süreceğinden dolayı bu duyguları hemen yaşayacağınızı düşünmeyin. Bu duyguların kendi kendine gelişmesini bekleyin. Başta da dediğim gibi bu süreç 1 yıl da sürebilir, 5 yıl da sürebilir. Acele etmeyin ve “ADETLERE SADIK KALARAK” bu sürecin kendi kendine gelişmesini bekleyin.


Yöntem bana aittir ve hiçbir hakkı saklı değildir. Dileyen bu yazıyı çıktı alabilir, başkalarına aktarabilir. Bu bir umumi hizmettir.


Herkese sağlıklı bir yaşam ve sağlıklı yıllar diliyorum.


Cenk

28 Aralık 2009 Pazartesi

VOIP İLETİŞİM


İnternet hayatımızda yayıldıkça ve vazgeçilmezimiz oldukça, internetin bize sağladığı faydalardan da yararlanmak gerekiyor. Bunlardan biri ise Voip iletişimler. Bundan 15 yıl öncesine kadar ülke içi iletişimi elinde tutan devlet, internetin ve mobil iletişimin yaygınlaşması sonucumudur yoksa bu bir rastlantı düşüncemidir bilinmez; akıllı bir hareketle sabit hat iletişimini özelleştirerek kaynak sağladı. Sabit hatlarda 15 yıl öncesinin kazancı olmadığı aşikar. Mobil iletişimi aktif halde kullananların birçoğu evlerinden sabit hatları kaldırdı. En azından bu, kendi adıma böyle.!

Voip iletişimler evlerde, işyerlerinde sıklıkla kullanılmakta ve bu kullanım hızla yayılmakta. Bazı voip firmalar ilk aboneliğe ücretsiz dakika vermekte ve bu dakikalar dolduğu takdirde şehiriçi, şehirlerarası ve uluslaslar arası görüşmeleri çok cüzi bir miktar ile yaptırmakta. Hatta aynı voip uygulaması üzerinden konuşmak ise ücretsiz. Çok yaygın olan bir voip iletişim firması ise bilgisayardaki uygulamasını Türkçe menü ile desteklemiş. İhtiyacınız olan en az 1mbps internet hızı, kulaklık veya speaker ve mikrofon. Kulaklık ve mikrofon işini satın alabileceğiniz bir Voip Phone veya USB Phone ile mükemmel bir çözüme kavuşturabilirsiniz. Genelde USB Phone`ler tak kullan olduğundan kolaylıkla bilgisayara bağlanabiliyor ve sorunsuz bir şekilde kullanılabiliyor.

Bazı kullanıcılar bilgisayarına USB Phone takınca hem Voip iletişim seslerini hemde CD, Media seslerinin USB Phone`den geldiğini söylüyorlar. Bu konuda yapılması gereken sadece Başlat menüsünden Denetim masasına girip, “Ses Efekti ve Ses Aygıtları”`nı açmak. Karşımıza çıkacak küçük pencereden “Ses” sekmesinden “Ses Çalarken Varsayılan Aygıt”`ı ve “Ses Kaydederken Varsayılan Aygıt”`ı harici speaker`lerini seçmek. Daha sonra hemen yanındaki “İnsan Sesi” sekmesinden ise “İnsan Sesi Çalarken Varsayılan Aygıt”`ı ve “İnsan sesi Kaydederken Varsayılan Aygıt”`ı USB Phone olarak seçmek. Tabi bu ayarlar en yaygın kullanılan Microsoft Windows XP için.!

Uzun lafın kısası voip iletişimi kullanın derim. Hem tasarruflu hem pratik. Aynı zamanda unutmayınki; bu tür iletişim yaygınlaştıkça kendi aramızda konuşmaların ise ücretsiz oluşu. İnterneti sadece “sörf” veya eğlence için değil aynı zamanda hayatımızı kolaylaştıracak ve tasarruf sağlayacak şekilde kullanılmasını öneririm.

Yararlı Linkler :
http://www.voipwise.com/
http://www.skype.com/

Cenk

Kırık Kalpler Durağında Buluşmak Üzere...


"Tam 5 Yıl 5 Ay 27 gündür susuyorum...
Yaşıyorum, Görüyorum, Hissediyorum, Düşünüyorum, Yazıyorum
Ama Susuyorum...
Sanırım Artık Bir Şeyler Söylemenin Zamanıdır."
Demiş Sevgili Candan Erçetin, o çok beklenen albümünün kartonetinde sevenlerine seslenirken.
16 Aralık günü nihayet yeni şarkılarını dinleme şansına kavuştuk, oldukça sağlam bir albüm olmuş fikrimce. Bu kadar beklettiğine değmiş.
Erçetin, Ayşe Kulin’e ait “Bahar”, Cemal Safi’ye ait “Git” adlı şiirleri kendi müziğiyle yorumladı. Ayrıca geçmişin iki büyük ustasını da aynı şarkıda buluşturan Erçetin, 11. yüzyılda yaşamış şair, filozof ve bilim adamı Ömer Hayyam’ın rubaileriyle, 19. yüzyılda taşlama ustası, müzisyen, şair ve düşünür Neyzen Tevfik’in dizelerinden oluşan “Türkü”yü de besteledi.
16 şarkıdan oluşan albümde yer alan “Kader” ve “Gözler” adlı şarkılar 15 Ocak’ta vizyoan girecek olan “Kaptan Feza” adlı sinema filminin hikayesinden yola çıkılarak yazıldı. “Gölgesizler” filminin şarkısı “Ben Kimim” de albümde 15. sırada yerini aldı.

2000′li yılların başında Christian Castro’nun söylediği hafızalardan silinmeyen balad “Volver a amar”ı kendi yazdığı “Yalvaramam” adlı sözlerle yorumlayan Erçetin’in stüdyo çalışmaları 6 ay sürdü. Annem, Gamsız Hayat, Yaşıyorum gibi sevilen şarkılarının söz yazarı Aylin Atalay ve Onlar Yanlış Biliyor, Merak Ediyorum gibi hit şarkılarının ve daha birçoğunun söz yazarı Sinan, bu albümde de yeni şarkılara ilham verdi.

Arşivinizde bulunması mutlaka gerekli CDlerden biri olduğuna inandığım "Kırık Kalpler Durağında" albümünü bence daha fazla gecikmeden edinin, kendinize güzel bir yeni yıl hediyesi verin derim ben :)

Ayrıntılı bilgi için: http://www.candanercetin.com.tr/

Aydan

Tekrar Merhaba

Sevgili dostlar, uzun bir aradan sonra yoğun iş ve yoğun hayat tempomuzdan az da olsa sıyrılıp sizlerle biriktirdiklerimizi yine bu portalda paylaşmaya devam edeceğiz... istemeden verdiğimiz size göre kısa, bize göre uzun bu aradan sonra tekrar kaleme kağıda sarılmanın heyecanı içerisindeyiz, bu süre zarfında sizlerden aldığımız olumlu tepkiler bizi tekrar yazma konusunda oldukça motive etti... hadi bakalım, keyifli okumalar herkese...

Sevgiyle,

Aydan

7 Eylül 2009 Pazartesi

Hayatın ve Haberin Ta Kendisi


Sevgili dostlar sizlere geçtiğimiz aylarda Nur Banu Molla isminden uzun uzadıya sözetmiştim.
O tarihten kısa bir süre sonra Nur Banu Molla Best Fm deki haber spikerliği ve program yapımcılığı görevlerinden istifa etti.
Sizlere şimdi bu konudaki yeni gelişmelerden sözetmek istiyorum, Nur Banu Molla geçtiğimiz günlerde uydudan yayın yapan Airport TV ye transfer oldu. Hayatın Ta Kendisi isimli radyo programını bu vesile ile ekranlara taşıyan Molla, artık Cumartesi sabahları 10.00-12.00 saatleri arasında ekranlardan evlerinize konuk olacak. Tabii ki yine sevgili Ergun Kaftancı üstad ile birlikte :)
Bu keyifli programı kaçırmamanızı öneririm.
Bunun dışında yine Nur Banu Molla ilgili ikinci haberim ise radyo dinleyicilerini ilgilendiriyor, Haberin Ta Kendisi adında yeni bir program ile sevgili Nur Banu Radio Time frekanslarından bizlere seslenecek. Hafta içi her akşam 18.00-19.00 saatleri arasında Radio Time 91.2 frekansında kalmanızı öneririm :)

Not : Uydu dışında D-Smarttan ve Digiturk'ten de Airport TV ye erişim sağlanabiliyor.
Bunun için gerekli koordinatlar şöyle;
Polarizasyon – Horizontal
Frekans -12729
Sembol – 30000
Fec - 5/6

Radio Time'ı web üzerinden dinlemek isteyenler için buyrun bu da linki : http://www.radyotime.com/

Aydan

29 Ağustos 2009 Cumartesi

O SES !

24 Ağustos 2009, Pazartesi sendromu yaşayarak kalktım yataktan. Biraz yorgun ve sabah sabah anlam veremediğim bir baş ağrısı. İsteksiz bir şekilde giyinip attım kendimi dışarıya. Hava bugün çok sıcak değil gibi. Sabah serinliği var ve bu serinlik biraz da olsa üzerimdeki miskinliği aldı. Yoğun bir iş temposu, sürekli bilgisayara bakmam gereken bir günün ardından, baş ağrımın daha da şiddetlenmesiyle akşamı zor ettim. Kendimi eve attığımda başım "zonk"lama biçiminde tabir edilen şekilde ağrıyor. Eşim geldiğinde yemeği yedik ve hemen ilaca sarıldım. Nispeten hafifleyen başağrımla bir kaç saat televizyon başında zaman geçirdim ve daha fazla dayanamayarak yattım. Amacım deliksiz ve rahat bir uyku çekmek. Bunun için herşey hazır. Pencereyi açık bırakıp, odanın serinlemesi sağladım ve uykuya daldım...
-
O da ne!!! Bir gürültü, ama nasıl bir gürültü. Fırladım yatakta, önce bir anlam veremedim. Biraz sonra kendime geldiğimde gürültünün davul sesi olduğunu anladım. Tahmin etmeliydim. Ramazan davulcusuydu bu! Ramazan başlayalı bir kaç gün olmuştu ve "bu sene sanırım kurtulduk" düşüncesiyle bu gürültüyü duymamıştım. Fakat o gece; benim uykuya en hasret olduğum ender gecelerden birisinde hain davulcu, sanki davulu kulağımın dibinde çalıyordu. İnatla davul vurdukça vuruyor, araba alarmlarını çaldırıyordu. Uykumun bölümesi ve o geceyi bana zehir eden hain davulcuya sevgilerimi! yolluyorum.
-
Bir ramazan adeti olan, sahurda davul çalma olayına şiddetle karşıyım. Bu adet Osmanlı döneminden bizlere kalmıştır. O günlerde alarma denen birşey olmadığından insanlar uykuya daldığında sahurda uyanamıyorlarmış. Bu nedenle davulcular o günlerde sahurda çıkarlar ve insanları uyandırırlarmış. Fakat bana göre misyonun tamamlamış olan ramazan davulcularının günümüzde yasaklanması taraftarı olanlardanım. Şuan sadece rant kavgasına dönüşüp başka hiçbir işe yaramadıklarını düşünmekteyim. Günümüz şehir yaşantısında bir eziyet olmaktan ileri gitmeyen ramazan davulcuları, bana göre haybeden para kazanılan ve insanları rahatsız eden bir meslek.
-
Şimdi bana karşı çıkanlarda olabilir. Şöyle düşünelim; bebekleri olan ve ilk katta oturan bir aile. Zor bela bebeklerini uyutup, oruç için yemeklerini erken yiyip yattıklarını düşünelim. Sabah erken kalkıp işe gidecekler. Zaten deliksiz bir uykuya hasretler. Bebek tamda mışıl mışıl uyurken, birden davulcunun sokaktan geçtiğini ve o davul sesinin uyuyan çocukta yarattığı endişeyi ve uyanıp ağlamaya başlayınca, ailesinin tekrar bebeklerini uyutmaya çalışıp, gecelerinin berbat olması. Bu şekilde mağdur olan birkaç aile tanıyorum. Yaşlı insanlar, oruç tutmayanlar, oruç tutamayanlar, hasta insanlar vb. Herkez sahurda uyanmak zorundamı kardeşim? İsteyen kurar saatinin alarmını, uyanır yer yemeğini yatar. Sonuç olarak ramazan davulcusuna ve bu gürültü kirliliğine gerek yok diye düşünüyorum.
-
İnternette bir yorum okudum ve çok güldüm. Ramazan davulcusu şöyle tanımlanmış:
"Çıkarttığı gürültüyle araba alarmlarını harekete geçiren kişidir. Davul çalmanın dini bir gerekliliği olmadığından bahşiş almaya geldiklerinde evde yokmuş gibi davranılmasında sakınca yoktur"
-
Haklımıyım? Haksızmıyım?
Cenk

23 Ağustos 2009 Pazar

NEFES

Senaryosunu Hakan Evrensel ve M.İlker Atalay`ın yazdığı, Levent Semercinin yönettiği NEFES filmini 16 Ekim 2009 tarihinde izleyebileceğiz.
-
Film, bir yüzbaşı komutasındaki 40 kişilik askerin hikayesini anlatmakta. Güneydoğu bölgesindeki terör olaylarını konu alan film; Güneydoğu`nun Irak sınırındaki Karabal Tepesinde geçmekte ve içerik biraz belgesel, biraz drama ve tabiki biraz da gerilim yüklü. Şu sıralar sosyal video paylaşım sitelerinde fragmanları ve çekimlerden birkaç bölümün yayınlandığı film, biz Türk gençlerinin gönlünü şimdiden fethetmiş gibi görünüyor.
-
Aslında ülkemizin şu günlerde içinde bulunduğu güneydoğu ve kürt sorunu gibi kritik durumda, bu filmde anlatılacak olan hikaye ve filmin üslubu çok önemli. Nihayetinde fragmanlara ve yayınlanan bazı videolara aldanmamak gerek. Örnek vermem gerekirse "Mavi Gözlü Dev" filmini yakın çevreme daha film yayınlanmadan kötü anlamda eleştirilerde bulunup, filmi seyredince aslında yaptığım eleştirilerin ne kadar yersiz olduğunu anlamıştım. Bu nedenle iyi yada kötü şuan için birşey söylemeyeceğim bu film için.!
-
Özellikle 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızın öncesi beyaz perdeye girecek olan filmin yankılarını ve üzerimizde bırakacak etkisini merak ediyorum. Umarım 16 Ekim`de ilk seans da filmi izleyenler arasında olurum ve aynı günün akşamı sizlerle bu filmin eleştirisini paylaşırım.
Cenk

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yol Hikayeleri I - Otobüste Uykusuzluktan Ölsen Dahi Uyumayacaksın !

Bu aralar çok eğleniyorum... Özellikle toplu taşıma araçlarına binip gözlemlemeyi çok seviyorum, yol ne kadar uzun olursa olsun, toplu taşıma aracında benim için rüzgar hızıyla geçiyor bu yüzden. Sanırım "Yol Hikayeleri" adında seri kitaplar yazabilirim biriktirdiklerimle.
Dün dikkatimi çeken ve izlerken beni eğlendiren son olay "otobüste uyuklama" sorunsalı oldu :)
Bu uyuklama eylemi eğer tek kişi seyahat ediyorsanız ve yan koltuğunuzdaki partneriniz karşı cinsse bazen kabusa dönüşebiliyor :)
Anlatayım;
Cam kenarında oturan esas oğlanımız güneşin batmakta olan kızıl, sıcak ve bunaltıcı etkisinden de olsa gerek, önce göz kapakları ağır ağır devrilmeye, ardından başı öne ve arkaya ahenkle sallanmaya başladı, ha daldı uykuya ha dalacak derken anlık bir zaman diliminde esas oğlanımız tamamen boyut değiştirdi ve uyumaya koyuldu. Buraya kadar herşey normal... Evet.
Ancak kendisi keyifli bir yolculuk ve mışıl mışıl bir uyku süreci geçiremeyek kadar şansızdı ! Çünkü yanında oturan esas kızımız irice ve aksiceydi :) Keyifle gün batımına nazır uyuklayan abimizin başı (nedendir bir türlü anlamam bu eğimi) hemen solunda ikamet etmekte olan irice ablamızın omuzuna doğru sallanıp, düşmeye başladı :) hayır işte be adam oysa hemen sağında mis gibi cam var, kaykıl cama doğru, yaslan ve uyu değil mi :)
İrice ablamız kapladığı hacim itibariyle esas oğlanımızın kafası sola sallanmasa dahi, zaten her yönden ona omuz olabilecek yeterliliğe sahipti :) İş böyle iken bir de inatla uyuklayan abimizin kafası irice ve lanet ablanın omuzuna postu serdikçe ablamız gerilmeye, cık cıklamaya, ters ters bakmaya (ki adam uyuyor, baksan ne olacak di mi? ) söylenip homurdanmaya başladı. Şahsen öyle negatif, öyle gergindi ki ben arka koltukta olmama rağmen korktum ne yalan söyleyeyim :)
Yolculuğun ilerleyen dakikalarında esas oğlanımızın yorgun ve terli başı iyiden iyiye esas kızımızın üzerinde tam manası ile yerleşmiş konuma geçti. Her fren fiiliyatında silkinip kendine gelen lakin bunu sadece bir saniye muhafaza edebilen abimiz ikinci saniyenin sonunda aynı derinlikte ve aynı uykuya devam edebiliyordu.
Başı ısrarla hep sola doğru, ısrarla hep esas kızımıza meyletmiş vaziyette yolculuk devam ediyordu.
Oflayan poflayan, adamımıza sert sert bakan, kendini koridora doğru çevirip koltukta düşercesine oturan iri ablamız bu rahatsızlığına rağmen ısrarla o koltukta oturmaya devam ediyordu. Hayır madem bu kadar rahatsız oluyorsun, bu kadar tedirgin, bu kadar gergin, kalkarsın o koltuktan ayakta devam edersin kafan rahat olur, fiziken bir rahatsızlığın varsa bunu da gidermiş olursun değil mi? siz, biz olsak böyle yapardık. Ama o bayan bunu yapmadı o ısrarla koltukta gergin ve düşercesine, beyefendi de ısrarla başı sola eğik, bayanın omuzunda yatar vaziyette yolculuklarına devam etti... Ve her fren hadisesinde saniyelik toparlanmalarla tabi...
İyiden iyiye rahatsız olan esas kızımız artık oğlanın üzerinde fiziksel şiddete yönelik eylemlere kalkıştı, omuzunu silkmeler, kafayı oradan düşürmeye çalışmalar, dirsek darbeleri ile adamı cama doğru yapıştırmaya çalışmalar falan.. aklınıza gelebilecek bütün teknikleri denedi.. Ve koltuktan tamamen düşercesine oturarak hedefe yönelik tüm bu eylemlerde bulundu.
Yolculuğumuzun devamında, artık rüyalar ülkesinde mutlu mesut zıplayan, çocuklar kadar şen, güneşin gözüne gözüne girmesiyle kendisini bir tatil yöresinde şezlongda hayal edip tatlı tatlı uyuyan adamımız için bu keyif yavaş yavaş kabusa dönüşmeye başladı, ablamızın dirsek darbeleri artık daha sık esas oğlanın böğrüne isabet eder, daha kalıcı hasar verir duruma geldi :)
Ve son öldürücü darbeyi çok büyük bir hışımla, profesyonel bi boksör edasıyla uyuklayan adamımızın çenesinin altına aparkart tadında indirdi :) Ne olduğunu anlayamayan gözlerini dahi açmakta zorlanan abimizin hali o an içler acısıydı... Tek kelime dahi söyleyemeden toparlanıp, ayılmaya çalıştı, her savaştan muzaffer ayrılmış mağrur bir komutan edasıyla koltuğa tamamen yerleşen ve tüm gerginliğini o aparkart ile üzerinden atmış olan iri ablamızın yüzünde manasız ve tuhaf bir gülümseme hasıl oldu...

Bu hikayeden çıkaracağımız ana fikirleri şıklar halinde sıralarsak :)

a- otobüste mümkün oldukça uyumamaya çalışılmalı
b- şayet uyunacaksa yanınızda oturan kişinin mülayim olmasına, mümkünse kendi cinsinizden olmasına dikkat edilmeli
c- en ideal yolculuk partnerinin her zaman sevgiliniz olacağı unutulmamalı : )
d- ancak sevgilinizin de (ki bayansa daha çok) uyumanızdan hoşlanmayacağı gözardı edilmemeli, bu gercek gözardı edilirse iri ablamızın esas oğlana yaptıklarından daha acıtıcı hasarlar verebileceği ihtimalinin üzerinde dikkatle durulmalı :)

Aydan